15 Temmuz 2016'da ne oldu ?

Aykutcan

Global Mod
Global Mod
15 Temmuz 2016: Hafızamızda Derin İzler Bırakan Bir Gece

O geceyi hatırladığımda hâlâ içimde tarif edemediğim bir sıkışma hissi oluşuyor. Televizyon ekranında tankları, koşuşturan insanları gördüğümde bir an için “bu ülkede bir daha hiçbir şey normal olmayacak” diye düşündüm. Kimi arkadaşım korkudan evine kapanırken, kimileri sokaklara döküldü. Hepimizin yaşadığı ortak duygu; belirsizlik, endişe ve çaresizlikti. Ancak aynı zamanda inanılmaz bir dayanışma hissi de vardı. İşte bu ikili duygu, 15 Temmuz’u anlamak için önemli bir nokta.

Stratejik Akıl mı, Empatik Yürek mi?

O gece erkeklerin ve kadınların tepkileri arasında dikkat çekici farklılıklar gözlemlendi. Çevremdeki erkeklerin çoğu, durumu stratejik olarak analiz etmeye çalışıyordu: “Kimin arkasında kim var? Ordunun hangi kanadı bu işin içinde? Devletin planı nedir?” gibi sorularla hareket ediyorlardı. Bu, kriz anlarında çözüm odaklı bir yaklaşımın tipik örneği. Erkeklerin bakış açısı, olayların seyrini anlamaya ve hızlıca bir çıkış yolu bulmaya yönelikti.

Kadınlarda ise daha çok empati ve ilişkisel yaklaşımlar öne çıktı. “Çocuklarımızın güvenliği ne olacak?”, “Annem tek başına, yanına gitsek mi?”, “Bu şiddetin ortasında insanlar birbirine zarar veriyor, nasıl durdurulur?” gibi kaygılar ön plandaydı. Kadınlar, yaşanan kaosu insani ilişkiler üzerinden yorumluyor, duygusal bağları önceliyordu. Bu farklı tepkiler aslında birbirini tamamlıyordu: erkeklerin stratejik okumaları ve kadınların insani duyarlılıkları, toplumun krizle başa çıkma kapasitesini birlikte şekillendirdi.

Eleştirel Bir Bakış: Darbe mi, Senaryo mu?

15 Temmuz’un üzerinden yıllar geçti ama hâlâ tartışmalar bitmedi. Bir kesim bunun gerçek bir darbe girişimi olduğunda ısrarcı; diğer kesim ise olayların kurgulanmış olduğunu, bir tür “kontrollü darbe” olduğunu savunuyor. Hangi tarafta olunursa olunsun, bu tartışmalar bile toplumun devlete ve kurumlara güveninde büyük yarıklar açtı.

Bir yandan halkın direnişi “demokrasinin zaferi” olarak sunuldu, öte yandan olağanüstü hal ve ardından gelen KHK’lar, on binlerce insanın hayatını altüst etti. Binlerce kamu çalışanı görevden alındı, aileler parçalandı, toplumda kutuplaşma derinleşti. Peki, bu bedelin sorumlusu kimdi? Halk mı, siyasetçiler mi, yoksa devletin içindeki karanlık yapılar mı?

Toplumsal Travmanın Cinsiyet Boyutu

Bu olay sadece siyasi değil, sosyolojik açıdan da önemli bir kırılma noktasıydı. Erkekler çoğunlukla “kahramanlık” söylemleri üzerinden anıldı: tankların önüne yatanlar, meydanlara koşanlar… Kadınların ise hikâyeleri çoğu zaman arka planda kaldı. Oysa pek çok kadın çocuklarıyla birlikte korkunun en ağır yükünü taşıdı, evlerini güvenli sığınaklara dönüştürmeye çalıştı, yaralıların başında sabahladı.

Bu görünmezlik sorunu, toplumsal hafızanın cinsiyetçi bir şekilde inşa edildiğini gösteriyor. Sizce neden kadınların hikâyeleri daha az anlatılıyor? Cesaret sadece sokakta tankın karşısına dikilmek midir, yoksa çocuğunu korkudan korumak da aynı derecede cesurca bir tavır değil midir?

Demokrasinin Bedeli ve Sorumluluk

15 Temmuz gecesi bir “halk direnişi” olarak anlatılsa da, sonrasında demokrasinin gerçekten güçlenip güçlenmediği tartışmalı. İnsanlar “bir daha darbe olmasın” diye sokaklara çıktı, ama aynı insanlar sonrasında ifade özgürlüğünün, adaletin, tarafsız yargının darbe aldığını gördü.

Burada kritik soru şu: Biz gerçekten darbeye karşı mı direndik, yoksa bir otoriterleşme sürecinin başlangıcına mı tanıklık ettik? Erkeklerin stratejik bakış açısıyla bakarsak, bu olay iktidarın güç konsolidasyonu için bir fırsat olarak kullanıldı. Kadınların empatik gözünden bakıldığında ise toplumun ilişkisel bağları zedelendi; komşular birbirine şüpheyle bakmaya başladı, insanlar “kimin tarafındasın?” sorusuna sıkıştırıldı.

Forumda Tartışmaya Açık Sorular

1. Sizce 15 Temmuz, demokrasinin zaferi miydi yoksa yeni bir otoriter düzenin başlangıcı mı?

2. Erkeklerin stratejik, kadınların empatik yaklaşımı sizce bu süreçte nasıl bir denge yarattı?

3. Kadınların hikâyelerinin geri planda bırakılması, toplumsal hafızayı nasıl etkiliyor?

4. “Kontrollü darbe” iddialarına nasıl bakıyorsunuz? Gerçekten iktidar bu süreçten güçlenmek için mi faydalandı?

5. Bugün geriye dönüp baktığınızda, 15 Temmuz’un en büyük kaybı sizce neydi: can kayıpları mı, özgürlüklerin daralması mı, yoksa toplumsal güvenin yitirilmesi mi?

Sonuç Yerine: Unutmalı mıyız, Hatırlamalı mı?

15 Temmuz 2016, hepimizin hayatında farklı izler bıraktı. Kimi için bir direnişin sembolü, kimi için ağır bir travmanın başlangıcı oldu. Ancak eleştirel gözle baktığımızda, bu gecenin bize sadece bir “kahramanlık destanı” değil, aynı zamanda devlet-toplum ilişkisindeki kırılganlığı, cinsiyet rollerinin farklı tepkilerini ve demokrasinin ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunu da gösterdiğini söylemek gerekiyor.

Unutmak mı daha iyi, yoksa hatırlamak mı? Belki de asıl mesele, nasıl hatırladığımızdır. O geceyi sadece iktidarın çizdiği bir çerçeveden değil, her birimizin bireysel tanıklıklarıyla, özellikle de kadınların görünmez kılınan hikâyeleriyle hatırlamak gerek. Çünkü ancak o zaman, bu toplumsal travmadan gerçek bir ders çıkarabiliriz.